30 Ağustos 2012 Perşembe

Futbol Akşamlarının Yalnız Kadınlarına 22 Öykü

 

 
1 FUTBOL MAÇI 22 YALNIZ KADIN

22 Öykü... Her biri erkeklerinin hayatlarını sırtlanan kadınların sırt numaralarıyla isimlendirilmiş 22 maç...
22 futbolcunun kramponlarına, kafa şutlarına, vole ve frikiklerine bedel 22 Öykü...
Futbolu gerçekten seven kadın var mı?
Futbol maçlarını izlerlerken geride bıraktıkları kadınları üzen, belki de gerçekten sevindiren, onlara oynadıkları rollerden gerçek anlamda sıyrılıp "devre arası" molasına sahip olmalarına neden olan erkeklerin yazdırdığı 22 Öykü bunlar...
Yazarları kadın ama.
22 futboldan uzak kadın 22 futbol ve kadın öyküsü yazdı.
"Saha"nın her yerine yayılmış, futboldan arta kalan gerçek dünyaya tam pres uygulayan, soran sorgulanan ama bu kez başı dik ağlamayan öyküler.
Hepsi de futbol akşamlarında yalnız kalan kadınlara adandı.



ANUŞKA ŞAHİNER - O gece
AYCAN TÜRK - Yeşil saha mektupları
AYÇA BİLGE - Ten rengi çimenler
BESTE YURTKAL - Milli maç
CAN KARABURÇAK "Merhaba Yenge!”
DENİZ BÜYÜKUYSAL - Bir spor etkinliği
EMİNE EBRU - Ofsayta düştük 
ESRA E. KUTENGİN - Kırmızı kart 
ESRA MERCAN - Sabah sabah ofsayta düşen kız 
FİLİZ SELİM - Kapıyı çarptı ve gitti 
GÜL NAZ - Son 10 dakika aşkım
GÜLDEN AŞÇIOĞLU Futbol ve feminist irade ya da bu da mı gol değil be!
GÜLSER ERÇEL - Tutku 
IŞIL YÜCE - Kuşlar Uçuyordu
ÖZGE ÖZTÜRK - 45. Dakika
PEMBE AKGÜN - Ali ile Ayşe
SELCAN TÜRK - Aşkın ilk 11'i 
SELMA MAY - Kutsal derbi 
SELMA ALTINTAŞ BURSALIOĞLU - Çukur
ŞEBNEM ATILGAN - Tita 
YELDA KOŞAN - Stadyum 
ZEYNEP ZİŞAN - Ben onun o futbolun müptelası 
 

17 Ağustos 2012 Cuma

Daha az ağaç daha çok kitap ve yazar




Dünyada kağıt baskı kitap yayıncılığı son 50 senedir ofset baskı sistemlerinin tekelinde.
Bir kitabı ya da herhangi bir yayını basmak için, sayılı okur ve ilgili kitlesi olması gözönünde bulundurulması gerekirken halen bu sistemlerin öngördüğü binlerle ifade edilen baskı sayılarına mecbur bırakılıyor yayıncı ve yazarlar. Kimi yayıncılarsa, alışılmış kazanç ve gelirlerinden vazgeçmemek için bu matbaa tirajlarını değiştirmeye ve dönüştürmeye yanaşmıyorlar.
Gereğinden fazla kitap basmak daha çok ağaç kesilmesine yol açar. Ve bu, e-kitap teknolojisinin vaat ettiği "daha az ağaç kesileceğine" dair hesaplamaların çok üzerindedir. Dergi, katalog vs yayınları düşünürseniz dünyada her yıl maalesef trilyonlarca sayfa kağıt ve milyarlarca ağaç alıcısına, ilgilisine ulaşmadan çöpe, depolara gitmektedir. Bu ihmalde de tamamen bu sektörlerin başarısının, tiraj hesaplarının çok dışında kalması gereken bir parçasına, yani maliyet hesabına teslim olması yatmaktadır.
Bütün bunlar dışında bu yayınların gerçek eser sahipleri olan yazar, çevirmen ve editörlerin de vaat edilen tirajlar üzerinden sözleşmeler imzalamalarına karşın, gereğinden fazla basım sebebinin başı çektiği bir sorunlar zinciri yüzünden, elde kalan nüshaların fiyatlarının kelepir adı altında ucuzlatılarak ve bir alt piyasa oluşturularak sorgusuz sualsiz dağıtılması yüzünden eser sahibi emek ve hakları acımasızca katledilmektedir.

Ağaç yine tekrar dikilebilir, ama yazarlar ve başka birçok eser sahibi, tek yaşama süreci olan yayıncılık ve iletişim alanındaki bütün bu hesapsızlıkların ve sorumsuzlukları cezasını haksızca çekmekte ve sömürülmektedir.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Sanat ve Sanatçı Üzerine



Sanatçı kooperatifler üstüne yazmasın ama, başkalarının katlandığı acıları da uyuşturmasın içinde. Madem kendi düşüncemi soruyorsunuz bana, elimden geldiğince açık konuşacağım. Zamanımızda olup biten işlere sanatçı olarak karışmak zorunda değiliz ama, insan olarak karışacağız elbet. Sömürülen ya da kurşuna dizilen madenci, kamplarda, sömürgelerde yaşayan köleler, ezilen, cam çıkarılan dünya dolusu insan sürüleri sustuğu sürece konuşabilenlerin onların yerine konuşması, onlardan yana olması gerek. Ben, günler günü gazetelerde, kitaplarda bunca kavga yazılan yazdıysam, ortak savaşımlara katıldıysam, dünyayı Yunan heykelleriyle, ana-yapıtlarla doldurmak isteği değildi beni dürten. İçimde bunu isteyen bir insan yok değil, var. Düşüncemin yarattıklarını yaşatmaya çalışmak yapabileceğim en iyi iş de onun için. Ama, ilk yazılarımdan son kitabıma değin en çok, hatta belki gereğinden çok sürüklendiğim şey, yaşadığımız günler, nerde olursa olsun ezilen, alçaltılan insanlar oldu. Bu insanlar umutsuz yaşayamaz, herkes susar ve onlara iki türlü alçalmadan birini seçmek kalırsa, bütün umutlan yok olur, bizimki de birlikte. İnsan böyle bir duruma düşmeyi istemez, istemeyince de kulesine çekilip uyuklayamaz. iyi insan olduğu için değil, salt yaşadığı için istemez bunu. İçinden, kendiliğinden bir tepki duyar buna karşı, ya da duymaz. Duymayanları çok biliyorum ama, rahat uykularında hiç de gözüm yok.
Ama, bu demek değildir ki, sanatçı yanımızı toplumsal bir çeşit din dersi vermekle harcayacağız. Sanatçıya neden her zamankinden çok gereksinmemiz olduğunu başka yerde söylemiştim. Ama, toplum işlerine insan yanımızla katılırsak, yaşadığımız gerçek ister istemez söz söyleyişimizi etkiler. Söyleyişte de sanatçı değilsek, neyin sanatçısıyız? Yaşarken savaşçı olduktan sonra, yapıtlarımızda ıssız çöllerden, bencil sevişmelerden de söz etsek, yaşadığımız savaş içten içe bir titreşimle o çölü, o sevişmeyi insan sesleriyle doldurur. Her şeyi hiçe saymacılıktan kurtulduğumuz şu sırada, ne insanlık değerleri için sanat değerlerini budalaca hiçe sayarım, ne de sanat değerleri için insanlık değerlerini. Bence bu değerler birbirinden hiç ayrılmaz ve bir sanatçının (Moliere’in, Tolstoy’un, Melville’in) büyüklüğünü bu iki değeri dengede tutmasıyla ölçerim. Bugün, olayların baskısı altında bu iki değer arasında gergin bir durumda yaşamak zorunda kalıyoruz. Onun için nice sanatçılar bu gerginliğe katlanamayarak ya fildişi kuleye sığınıyorlar, ya da toplum dinciliğine. Ben, her iki türlüsünü de kaçamak sayıyorum. însan acılarına ve güzelliğe aynı zamanda hizmet etmeliyiz. Bunun gerektirdiği sabır, güç ve sessiz, gösterişsiz başarı beklediğimiz yeniden doğuşun dayanacağı değerlerdir.
Bir söz daha. Bu çabanın ne tehlikeli, ne acı yanları olduğunu biliyorum. Tehlikelere göğüs germekten başka çaremiz yok : Köşesinde oturan sanatçılar çağı geçti. Kırılmak, dünyaya küsmek de yok. Sanatçının kolayca düşeceği durumlardan biri kendini yalnız sanmaktır. Ona yalnız olduğunu bağıra bağıra söylemekten oldukça pis bir zevk alanlar da çıkıyor. Ama, aslında hiç de öyle değil; Sanatçı herkesin ortasında, bütün çalışan ve savaşanların ne üstünde, ne altında, onların tam hizasındadır. Yapmaya geldiği iş, baskı karşısında zindanları açmak, herkesin derdini ve sevincini dile getirmektir. Bu işte sanat, düşmanlarına karşı, kendinin kimseye düşman olmadığını göstererek haklı çıkar. Elbette sanat tek başına doğruluk ve
özgürlük getirecek bir dirilişi sağlayamaz ama, sanat olmadıkça bu diriliş biçimini bulamaz, bulamayınca da hiçbir şeye benzemez. Kültür ve onun gerektirdiği bağıntılı özgürlüğün bulunmadığı toplum ne kadar düzenli olursa olsun bir vahşi ormandır. Onun için de her gerçek sanat yaratışı yarın için bir müjdedir.

ALBERT CAMUS

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Evde çalışmanın modası çoktaan geçti...


Ama yine de
ESKİ VE KARAMSAR BİR HOME-OFFICER'DAN  (ev memuru) 10 TAVSİYE


-Pijama ve sabahlıkla sakın çalışma
-Mümkünse ayakkabılarını giy (galoşla)
-Toplantı ve randevularını hep dışarda yap
-Ev-ofisine DÖNMEYİ özleyeceğin imkanlar yarat
-Üzüntülerini asla ev-ofisinde yaşama
-Sevinçlerini orda YAŞA ama kutlamak için mutlaka dışarda ol
-Ev-ofisin kapısının arkasına şirket tabelanı as
-Hava kararmadan mutlaka dışarı çık ve yeniden içeri gir ışıkları yak
-Çalışma giysilerini mutlaka değiştir ev'e geçtiğinde
-Çok iyi uyu