4 Ekim 2012 Perşembe

"Ağıza giren şey insanı kirletmez, fakat ağızdan çıkan şeydir ki insanı kirletir."


Dolu Ağız - triloji

Halil Gökhan'ın 1999-2006 arasında yayımlanan DOLU AĞIZ adlı trilojisi, karakterleri aynı, mekan ve atmosferleri farklı bir roman üçlemesi.
İlk roman yazarın aynı zamanda ilk romanı: YEDİNCİ...
Nedim Gürsel'in deyişiyle "sürrealist etkilerde olan özgün bir roman" olan YEDİNCİ ilk yayımlandığında, yeni roman ve romancıların nispeten az olduğu kitap dünyasında okur ve medyalar tarafından çok ilgiyle karşılandı. Trilojiye verilen 5 yıllık arada Türk romanı belirgin derecede yükseliş gösterdi, yeni ve çok okunan yazarlara kavuştu.
2004'te yayımlanan serinin ikinci romanı DOLU AĞIZ, bir önceki romandaki ana karakterin ya karakter olarak ortaya çıktığı bir yapıt. Bu kitabın ana karakteri ise sonraki romanda karşımıza yani karakter olarak çıkıyor...

***

YEDİNCİ

Halil Gökhan alıştığımız anlamda bir roman yazmamış. Hatta Yedinci'yi bir roman olarak nitelendiremeyiz sanıyorum. Her cümlede bir şair edası, yazdığına kendisi de şaşıran, okurla olduğu kadar kendiyle de alay edebilen bir haşarı çocuk var. Ama ne yaptığını, nereye varmak istediğini bilen bir çocuk. Halil Gökhan'ın, Aragon'un gerçeküstücü döneminde yazdığı anlatılardan, özellikle de Anicet'den etkilendiği, Kafka, Ionesco vb. gibi yazarların izinden gittiği de öne sürülebilir. İroniyi de, bu ustalar gibi, kitabın odağına yerleştirmiş. Yine de bana kalırsa, bu görünür etkilere rağmen özgün bir yolda ilerliyor yazar.
(...)
Edebiyatımızda benzeri olmayan kendine özgü bir kitap Yedinci. Gerçeküstücü anlayıştan kaynaklanan bir üstmetin gibi de okunabilir. Hatta böyle okunması gerekir diye düşünüyorum. NEDİM GÜRSEL

 
DOLU AĞIZ

İstanbul'da 20. yüzyıl sonları... Karanlık ve loş bir modaevinde, ünlü modacı Leon Ziya'nın kadın misafiri ile baş başa konuşarak geçen on "günah dolu" gün. Leon Ziya Şehzade, anne bağımlısı, kadınlarla - ve erkeklerle de - arası hiç iyi olmamış yetişkin bir erkek. "Kara sinemacı" Alev İpek, ağzı kötülüklerle dolu bir kadın karakter. Ağzıyla işlediği her türlü günahtan kurtulmak için bir gün celladının kapısını çalıyor. Halil Gökhan, ilk romanı Yedinci (1999) ile başladığı başarılı romancılığına Dolu Ağız ile devam ediyor. Moda, tarih, felsefe, kutsallık, psikanaliz ve kriminoloji kavramlarının bir araya geldiği bu "suç-ceza derece "saldırgan" bir tarzla yargılanıyor. Bir kutsal kitapta yazıldığı gibi: "Ağıza giren şey insanı kirletmez, fakat ağızdan çıkan şeydir ki insanı kirletir."

YENİ SEVGİLİ

Yeni Sevgili, bir aşktan öte hayatın romanı… “Eski sevgilinin tadı bir başkadır. Isırılmış bir elmayı ikinci kez dişlediğinizde, elmanın daha önce koparılmış yeri havayla temas eder ve elma hızla içine doğru çürümeye başlar. Bu çürüme daha yumuşak bir tat oluşturur kendi üzerinde. Giderek güzelleşen tat, çürümeye borçludur bu güzelleşmeyi. Eski sevgilide ölmüş olan sevgilinin kendisidir. Bu ölüm onu daha da tatlılaştırır.” Yazar, gazeteci Ali Sabah, aynı işyerinde çalıştığı ve uzaktan âşık olduğu Lale Sakin’i medyanın geçirdiği ekonomik kriz döneminde, beklenmedik bir işten çıkarılma sonucu ansızın kaybeder. Şehrin bunalımlı geceleri, sert ve şiddetli gündüzleri arasında, bitmeyen aşk ateşi içinde onu aramayı sürdürür. Bu sırada rastlantılar sonucu, hayatın yakıcı ve zevkli yanlarını yaşamaya başlar: Yeni kadınlar, işler, kişiler ve hayatlar… Ve bu rastlantılar platonik aşkı arayışının bahanesinin üstünü örtercesine şiddetlenir. Bir süre sonra artık arayışın kendisinden başka Ali Sabah’ı sürükleyen, ayakta tutan bir şey kalmaz. Aşk, arayışın kendisine indirgenmiştir. Lale Sakin artık bir arayış idolünden ibarettir. Kadın ve aşk nesnesi olarak geçerliliğini yitirmiştir neredeyse. Fransız yazar Marguerite Duras’ın 1984’te Goncourt ödülü kazanan ve Jean-Jacques Annaud tarafından sinemaya uyarlanan Sevgili romanından izler, esintiler var Yeni Sevgili’de. Kutsal kitaplar dâhil olmak üzere hiçbir yeni kitabın tek başına ortaya çıkmadığını ileri süren Halil Gökhan Yeni Sevgili’yi yirmili yaşlarında yazar idolü saydığı Duras’a -onun ölümünün onuncu yılında (3 Mart 1996)- bir saygı ve anma vesilesi olarak değerlendiriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder