14 Şubat 2014 Cuma

Kadın Yazarlardan Savaş Öyküleri 17 ŞUBAT'TA ÇIKIYOR

Kadın Yazarlardan Savaş Öyküleri

Kadın Yazarlardan Savaş Öyküleri


"Görülen lüzum üzerine" KADIN ÖYKÜLERİ kitabının ikincisini yayınlıyoruz...
Bu kez kitabımızın bir konusu var: KADINLAR VE SAVAŞ. 
I. Dünya Savaşı'nın 100. yılı olması sebebiyle 2014 her yönüyle savaşın kayıplarının hüzünle anıldığı, kıyımların lanetlendiği bir kara yıldönümü. 
KADIN ÖYKÜLERİ 2: SAVAŞ !! da her anlamıyla, "savaşa gitmeyen, ama savaşın en büyük kaybedenleri" olan kadınların, savaşların bütün hafızalardan silinmesi için bir HATIRLATMA kitabı...
İç, dış, dünya, ev, aile, okul, sokak, siyasi kültürel bütün savaş ve çatışmaların odakta olduğu bu kitap; 2014 yılının yüzyılımıza, zamanımıza, insana, hayata daha çok sahip çıkan insanlar için uyanış yılı olmasını dileyen bir büyük dilek şimdiden.
ALANA BERİL - ANUŞKA ŞAHİNER - AYCAN TÜRK - AYDAN GÜNDÜZ - BİRSEN İNANÇ - CANDAN SELMAN - ÇİĞDEM KESKİNBIÇAK - EBRU GÖKÇE - ELİF KARACA - EMİNE EBRU - EDA GEVEN - GÜLNAZ KIZILDAĞ - GÜLRU PEKTAŞ - HÜLDA ÖKLEM SÜLOŞ - MELİS OLÇUM - MUKADDER KAYHAN - NURAN BUDAK AKREI - ÖZLEM TÜM - RAŞEL RAKELLA ASAL - SELMA MAY - SIDIKA SARPEN PABUÇCU - SUNA BAYKAM - ŞİRİN PARKAN - VUSLAT ERKMEN - ZEYNEP ESRA

2013'TE ÇIKAN KADIN ÖYKÜLERİ


HEİDİ Kadın Kitaplığı


13 Şubat 2014 Perşembe

Freud her bünyeye lazım


Freud'a sormuşlar, "Felsefeyle ilgilenir misiniz?"
"Evet, ilgilenirim," demiş. "Ama sorduğu sorularla, yanıtlarla, doğrularla, yanlışlarla vs. değil, bunlar pek umurumda da değil. Felsefeye yol açan zihinsel ve ruhsal makineyi anlamak için, felsefenin gerisindeki ruhsal ihtiyaçları anlamak için felsefeyle ilgilenirim ben."
Tam da bu deyimiyle bile insan doğası hakkında ne denli karmaşık ve tartışmalı fikirlere yol açtığının farkında olsa gerek.
Kimi anladı onu, çoğu anlamadı.. Kimisi bir şarlatan, kimisi dahi olarak gördü.
Uyguladığı tedavilerle bilimsellikten uzak olduğu düşünüldü.
Yaşadığı dönem itibariyle tabuların ardına gizlenen ve onu terbiyesiz, ahlaksız, dinsiz olarak görenlerin çoğu gizli gizli kitaplarını okuyordu. Kitapları peynir -ekmek gibi satılıyor, kapalı kapılar ardında okunuyordu. Yaratıcı zekâsı onu insanları kandırmaktan uzak tabularını yık-maya yönelikti. Yaptığı araştırmalar ve deneylerle bunu destekliyordu.
1930 yılının başlarında Naziler Almanya’da yönetimi ele geçirince yakılacak kitaplar arasında en önce Freud’un kitapları vardı.
Bunun üzerine Freud, ‘insanlık o kadar gelişme gösterdi ki Ortaçağ’da olsak beni diri diri yakacaklardı, şimdi ki-taplarımı yakmakla yetiniyorlar’ diyerek mizahi bir yaklaşımla tepkisini ortaya koydu.
Freud'un insana dair daha önce söylenenden köklü olarak değişik yaklaşımını iyi anlamak gerekir. İnsanın de-rinlemesine doğru dünyasıyla ilgili olarak mistik yaklaşımlar elbette bir bilimsel disiplin şeklinde ilerlemedi. İnsanın gelişimine dair rehber olarak sunulan ve oldukça ayrıntı barındıran kimi mistik akımlardan Freud'u ayıran şey simgeleşen düşüncelerin aslının keşfiyle insanın kendi doğal halini keşfi ve bu gerçekten hareket etmesini önermesidir. Mistisizm ise yine aslında insanın kendini keşfi ve bu keşiften sonra temel duygu olan sevgiye ulaşarak kendisini tabiatın bir parçası olarak hissetmesi ve tabiata hükmeden güçle bağını kendi gerçekliği olarak ortaya çıkarması ve o gerçekliğin de asıl olanda erimesi olarak görür. Artık o güçle bağından hareketle ve o potansiyeli barındıran diğer insanlarla menfaate dayalı ol-mayan bir bütüncüllük hissiyle hareket edecektir.
Freud, içindeki sevgiyi keşfetmeye çalışan ve diğer tüm insanlarla ortak bir var edenin, yaratıcının sevgisi bağlamında hayat sürmek için kendi bireyselliği içerisinde gelişmek isteyen, bedensel hazlarının kölesi olmaktan kurtulmuş insan tasavvuru ve kaotik yapısındaki hayvanı keşfederek onu anlamlandıran, toplumdan farklı olduğu güdüsüyle değerlerini kendisi belirlemesi gereken yalın bir insan. Her bünyeye lazım diyorum.

EMİNE EBRU

Sigmund Freud Ruh ve Haz

Sigmund Freud Ruh ve Haz


6 Şubat 2014 Perşembe

Zola'lar nerede?

Zola'lar nerede?


115 yıl sonra Dreyfus hâlâ yaşıyor.

Estherhazy'ler de yaşıyor. Félix Faure'lar da...

Peki Zola'lar nerede? Fransa'da bile Zola'nın mektubuna ancak 100 yıl sonrabir başkan yanıt verebilmişken - bundan 15 sene önce - aradan geçen bir asır boyunca aramızda olmayan kimlerdi? Yazarlar mı cumhurbaşkanları mı kurbanlar mı?

Dreyfus Olayı hiç şüphesiz siyasi literatüre entelektüel terimini kazandırdı. Ve 115 yıldır bu terim devamlı olarak tartışılıyor. Bu terimin kurtarıcı ve koruyucu olduğuna sakın kanmayın. Onun yaşamasının, sürekli kullanılmasının bir yangın çanı ya da alarm zili işlevinde olduğu hatırlardan hiç çıkarılmamalı. Suçluyorum'u (J'accuse) Suçlusun!.. olarak yeniden, bazı eklerle yayımlamamızın bir nedeni de entelektüel camiada çalmayan çanların sayısında artışın olması. Ve çalan çanlar da adeta kanıt saklamak için kullanılıyor.

Şüphesiz ki tarih, hikâye haline gelmeden, yani oluşurken de çeşitli işaretler veren bir vicdan hareketi olarak içimizde hissediliyor. Bizim adımıza vicdanlarımızın günlüğünü tutan yazarlar 115 senedir artık siyasi olarak da "bağlanıyorlar". Girişimlerinin, duruşlarının her saniyesi ve molekülünde bu angajman şu soruyla yer ediyor: Kötülüğe kalıcı olarak nasıl geçit vermeyebilirim? Geçmiş, bitmiş, yakıp yıkmış olanın yaralarını sarmaya çalışan devlet tedbirlerini bir kayıttan öteye geçirmeyen mekanizma, gerçeğin sicil kayıtçısından başka bir şey değildir. Devlet sonradan kullanmak üzere gerçekleri kayıt eder, onlara müdahale etmez. Her kim olursa olsun devletin içinde o kayıtların boyunduruğunda bir şeylerle zıtlaştığınızda ya da kurban ilan edildiğinizde kurtuluşunuz kesinlikle yoktur. İşte Zola'nın belki de hayatına mal olan ve onu daha az okumamıza neden olan Dreyfus Olayı, devletlerin silah deposu olan ordunun iç duvarları arasında kalan ve hiçbir şeyin ulaşamadığı bir davadır. Ve bu dava duvarlarını Zola'nın elindeki vasati bir kalemden oluşan anahtarla, sadece gerçeğin vicdanını haykırarak açmaya çalışması bir yazarın başını çektiği yeni bir angajman çağını da açmış oldu tarihsel olarak, tüm dünya yazarları adına.

Belki yeni Dreyfus olaylarında dünya yazarları suçlayan mektuplar yazamadılar; yönetimler daha baskıcı ve acımasız olduğu için; bu amaçla sürgüne çıktılar; romanlar kaleme aldılar, tiyatro eserleri; şiirler, günlükler ve belgeler bıraktılar, uzun mu uzun 20. yüzyıl boyunca.

Dünya savaşlarının muharebe meydanlarında ve toplama kamplarında açlıktan, hastalıktan ve işkencelerden ölürlerken bile yazıyorlardı. İnsanlığın uğradığı vicdani tutulmaların fırtınalarında, bilincin ve sağduyunun toza dumana karıştığı şiddet kasırgalarında yazarlar bu yüzyıl boyunca birer tanığa dönüştü. Sesin ve görüntünün, yazıya oranla kapsadığı etkileri gerçeği daha çok saklamada ve gerçek kâşiflerini yok etmede kullanan kötülüğün karşısında yazarlar daha da büyük sorumluluk üstlendiler.

Artık 21. yüzyılda yazarlara birkaç görev daha düşüyor: Acı çekmek, kanamak ve her gece sabaha kadar gerçekleri sayıklamak. Bilinçlerin açık ve işler olduğu gün ışığında hakikat tutuklu, vicdanlarımız tutsak. Yazarlar ise bu koşullarda sadece tek bir çalışma alanı kaldı: Rüya görmek.

Belki de yazar günümüzde hâlâ yaşıyorsa bunu, evrimin başlangıcında çok basit bir beyin işlevine, yani unutmamaya borçlu. Beyinlerimizi ters çeviren ve onları unutma makinelerine çeviren bütün otoritelere, totalitarizmlere karşı, her şeye karşın; kendini keşfinden 115 yıl sonra Zola'ları gözle göremeyeceğimizi biliyoruz artık; çünkü onlar her yerde!..

Zeplin Kitaplar