5 Temmuz 2015 Pazar

"İlk şairim babamdı."

ŞİRİN PARKAN ile söyleşi 

Şirin Parkan iyi bir şair.
Aramıza olmuş bitmiş olarak gelenlerden hani... Onu bir gün okursanız şunu dersiniz: "Neden daha önce tanımadım bu şairin şiirini?" Ya da "ya kendisinin farkında değildi ya da başkaları farkında değildi..." Ben Şirin'in şiirlerini ilk okuduğumda aslında çok da sevdiğim fragmanlı uzun bir şiirle karşılaştım. Böyle şiirlerde kontrol daha çok Zaman'da olur. Onu ne kadar zamanda yazdığınız değil onu yazmak için ne kadar zaman boyunca içinizin dolduğudur. Belki ilham böyle de açıklanabilir; uzun dolumlar... Gümüş Güneşin Sarhoş Kızı adını verdiği bu uzun şiirin numaralandırılmış fragmanlarını birbiri ardına okurken ne zamandır terk edilmiş olan şiir okuyuculuğumu yeniden kazanmış olduğumu hissettim. Şiirsel kanallarım yeniden açıldı, günışığı dahil birçok türde ışık yeniden doldu. Bu açıdan uzun zaman sonra ilk kez bir şairi merak ve takip etmeye başladım, ki zamanında böyle bir şair olmaya değer bir hayatın peşindeydi bu satırların yazarı da... Uzun sözün kısası bütün yıldızları tanıyamayız göremeyiz. Tek gördüğümüz bütün yıldızların gökyüzünde yarattığı ışıltı kümesinin bizde yarattığı hoşluk melodisi ve mutluluk ritmidir. Ve şair bir yıldızsa şiirleri tek maddesi onun ışığı ve sıcaklığı olan yansımalardır. O yıldızı yüzümüzde hissettiğimizde ona sorarız... Şirin, bu hissin gölgeleri altında ikinci şiir kitabı Üzerime Gölgen Düşmüştü, Sen Güneştin ona bazı sorular sormamıza yol açan ışığın şiirlerini yazdı.

Bana en sevdiğin şiirini okur musun?
Tabii ki okurum. 


Gülmek ağlamak unutmak sevmek gitmek ölmek varken neden şiir yazıyoruz?
Seçtiğin kelimeler, tesadüf mu bilmiyorum, benim cevabıma ne kadar da denk düşüyor.  Evet, aynı gülmek,  ağlamak, ölmek , sevmek, unutmak ve gitmek gibi şiir de bir mecburiyet. Sözün bittiği,  kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerdeki çaba,  yine de söylemek,  nasıl söyleyeceğini bulmaya çalışmak,  deneysel bir süreç benim için.  Bir tür doğum,  hem doğurduğun hem yeniden doğduğun.  Yeniden ölmek için.  Yeniden sevmek, unutmak ve gidebilmek için.  Bir tür güç toplayış, uyuyup uyanma, ölüp dirilme.

Kutsal kitaplara kadar şairleri bilmiyorduk genellikle. Neden bu tanrıları tanrılığı kıskanmak? Şair, şiirinin neresinde neyi ve kimi sence?
Sanatçı yaratıcı olan kişidir. Sadece bu sıfat bile tanrı ile uğraşmak için bir neden. Sonra isyankardır,  olduğu,  öğretildiği gibi kabul etmeyen, hep sorgulayandır.  Ölümsüzlüğü  arayandır.  Ölümlülüğü kabul edemeyendir.
Şair bence eyer vurulamayan  at, tasma takılamayan  kedidir.  Sadakatsiz sevgili, sağı solu belli olmayan aşıktır.  Yeri geldiğinde ahlaksız yeri geldiğinde nefret doludur. Bütün uç duyguları içinde barındırandır şair.  Ya da benim şairim.

Tıp tiyatro edebiyat şiir... Sen nerdesin? İlk hangisi geliyor?
Ilk şiir geliyor. Önce şiir vardı zaten. Tiyatro ve tıp da çok şiirsel eylemler olarak hep hayatımda  var oldular. Tıbbi ben bir bilim dalından çok hep bir sanat olarak gördüm.  O yanını sevdim. İnsani tanımayı,  gerçek anlamda dinlemeyi, ona dokunabilmeyi,  yardım edebilmeyi,  oradaki o kutsal mahremi,  yakınlığı,  sırdaşlığı, tıbbın doğasında olan olması gereken karşılıklı saygıyı sevdim. Tıp benden çok şey aldı,  zaman, bir ömür boyu aidiyet zorunluluğu hissetmek  gibi, ama kabul ediyorum ki bana çok şey de verdi. Tıpla  hep bir aşk nefret ilişkim oldu. Hem hep ondan kurtulmak istedim hem onsuz yapamadım. Tiyatro ile daha stabil bir ilişkimiz var. O benim hasret kaldığım, zaman zaman temas edebildiğim uzaktaki sevgilim. Tiyatroyla ilişkim aslında yıllar içerisinde biraz değişti.  Üniversitedeyken birkaç kafası fazla çalışan, enerjisi bol gelen ve birlikte çok eğlendiğim arkadaşımla yaptığım çok keyifli bir "şiirsel maceraydı " benim için.  Fakat yıllar,  yaşam koşulları bazı şeyleri güçleştirdikçe biraz daha bireysel bir çalışmaya dönüştü.  Bu arada oyunculuğun, tiyatrodan bağımsız, sadece oyunculuk olarak, insanı çok geliştiren ve olağanüstü keyifli bir deneyim olduğunu keşfettim.  Artık daha bağımsız fırsatlar da kolluyorum oyuncu olarak. Ama şiir hepsinin içinde olduğu evren benim için. Hep vardı ve hep olacak.

İlk şiirini hatırlıyor musun ve ilk şairini?
İlk şiirimi çok iyi hatırlıyorum. İçinde bol bol "sus sus sus" geçen bir şiirdi.  Sekiz yaşındaydım yazdığımda.  Demek ki okuma yazmayı öğrenir öğrenmez başlamışım bu işe.  Nasıl birilerine gösterdim hatırlamıyorum,  çünkü aşırı çekingen, ürkek bir çocuktum. Ama babam çok beğenmişti -ki kendisi kolay kolay bir şeyi beğenmezdi- ve onun yine düşüncelerine çok değer verdiğim çok yakın bir arkadaşı bizdeydi.  İkisinin çok heyecanlandıklarını, mutlu olduklarını hatırlıyorum. İlk şairim babamdı.  Babam kendisi de yazan, edebiyatla çok ilgilenen ve hatta hayatını yazarak kazanan bir insandı. Çok sade ama şiirsel bir dili, derin bir anlatımı vardı. Onun sözel ifadeleri beni etkilerdi.

Şiirin sonu olacak mı olacaksa nereden olacak yerden mi gökten mi?

Eğer şiirin sonu gelirse bir gün,  dünya çok kötü bir durumda demektir diye düşünüyorum.  Şiirden uzaklaştığımız günler yaşıyoruz bugünlerde ve bu aslında bazı olumsuz değişikliklerin sonucu. Umarım yaşamlarımızın özünü, yani şiirini yeniden keşfederiz.



Halil Gökhan