9 Kasım 2012 Cuma

EY BOŞ BULUT SÖZÜM SANADIR

EY BOŞ BULUT SÖZÜM SANADIR


Kültürümüzün tek sorunu sanatçının nitelikli olarak sömürülmesi mi?


Son yıllarda kitaplı kültür dünyasının üzerinde hayalet bulutlar geziniyor. Bir bulutun en şanssız halini taşıyan bu bulutlar, yağmur bırakmadıkları halde ışık getiriyorlarmış gibi yaparak çıkardıkları 40 ampullük şimşeklerle atmosfere boş kaygılar, korkular bırakıyorlar aynı zamanda.
Yine de umut işçiliğine soyunmamız en doğru yol. Birileri bir şey satacak diye illa ki sanatçının, yazarın cebine el atmaları mı gerekiyor ya da onların desteklerini cami avlularına terk etmeleri mi?
Van depreminde ortaya çıkan bir gerçek, durumun ağırlığını bir kez daha ortaya koyuyordu: Bir yazar adayı, İstanbul'dan Van'a yardım kolisi içinde gönderdiği nevresimin içinde "kitap parası"nı unutmuştu. Haber hemen basına yansıdı ve para geriye sahibine gönderildi.
Bir fırıncıdan ekmek alır ve para ödersiniz. Ekmekçi size para vermez.
Bir çiçekçi kadınla uzun pazarlıklar yapar en uygununa çiçeğinizi alırsınız, çiçekçi kadın o kadar pazarlıktan sonra size neden para versin ki?
Peki durum, bütün dünyada en pahalı sektör olan kültüre gelince ülkemizde neden külahları değişiyoruz? Neden haklarımızın düzeni konusunda bu denli bilgisiz, görgüsüz ve istilalara açığız? Tamam biz davet etmiyoruz, sanatsal emeğimizi ucuza satalım, ürünümüzü yayınlamak için cebimize davranalım demiyoruz, ama birileri var ki onlar kara bulutlarla tepemizdeki ışık kaynağı güneşi, her şeyin anlam rengini ve renklerin anlamını veren bu büyük kuşatıcıyı geçici olarak engelliyor.
Bunlar ara ve kara dönemlerin akbabaları mutlaka, her zaman olmuşlardır olacaklardır da... Tarih de yarına kalmayış da geçicilik de en az beceriksizlik ve yeteneksizlik kadar onların en büyük cezaları...
Gerçi şu var: Yayınlarını destekleyen, yani kendi parasıyla eserlerini neşreden kişilerin de sanatsal anlamda çok yetenekli ve yarına kalma potansiyelinde olmadıkları da istatistiklerde açığa çıkan bir gerçek. Kültürümüzün tek sorunu bu mu? Sanatçının nitelikli olarak sömürülmesi mi?

Ben o 10.000'de bir geleni arıyorum

Çok oluyor, Fransa'da sadece Fransız yazarların eserlerini basan ve çok ödüller alan, yayımladıkları kitapları çoksatanlar listelerine sokan bir yayıncı, sorulan bir soru üzerine yayınevine yılda en az 10.000 tane dosyanın geldiğini, yayın ilkeleri doğrultusunda sadece 1'ni yayımlayabildiklerini söylüyordu.
Peki ne demek istemiş olabilir bu yayıncı şimdi?
Fransa'dan iyi yazar çıkma ihtimalinin 10.000'de 1 olduğunu mu? Yayınevlerine yılda (ki bu günde 25-30 dosya anlamına geliyor) 10.000 dosya geldği için çok tercih edilen bir yayıncı olduklarını mı? Yoksa Fransa'da çok kitap yazıldığını mı?
Türkiye'de böyle bir rakam olsaydı eğer -ki kadrolara oranla hemen hemen aynı katsayıda Türk yayıncılarının da başlarının ağrıdığını söyleyebiliriz- kimileri eminiz bardağın "dolu" tarafını görür ve 9999 dosyaya gözünü dikerdi. Hem de o 9999'un gelişme, ilerleme şanslarının bulunduğunu, zamanla iddia ve hırslarını kazanıp yeteneklerini bileyebilme şansları olduklarını düşünmeden...
Ne yazılan her kitap yayınlanmak zorundadır ne de yayımlanan her kitap iyi olmak zorundadır.
Keşke Kültür Bakanlığı'nın diğer bakanlıklar gibi zorunlu standartları olabilse; kaldı ki aynı bakanlık nerdeyse bu anlama gelebilen bürokrasi duvarlarıyla da ünlü. Bu konuya da br başka yazımızda kesin olarak geleceğiz.

Orhan Pamuk bile beşinci kitabında istediği üne ulaştı.
Ve sanırım sekizincisinden sonra Nobel kazandı. Velhasıl onuncu kitabından sonra başlara dönmeye aday neredeyse...
Ama Orhan Pamuk asla kitaplarını kendi parasıyla bastırmadı. Ve birçok yazar da bu raddeye geldiklerinde yayıncılık yapmaya başladılar ve bir yazardan daha fazla kazandılar kendi kitaplarından doğal olarak.
Kültür tarihimizde, yazar ve yayıncının üstünlüğünden çeşit üstünlüğüne giden bir kitap sektörü dönemindeyiz ne yazık ki. Hemen her yayıncının her türlü kitabı ve yazarı var. 30 sene öncesinin ideolojik kırılmalarının ve kopuşlarının sonrasında yeniden kendini başlatan kitap yayıncılığında başrol yazar ve aydınlardaydı. Siyasi ve insani açıdan çok kötü bir dönem olmasına rağmen bu ağır dönemi Türk yazarı ve aydını fırsata çevirmesini bildi. Özgür olsun mahkum olsun çalıştılar çabaladılar, nefes ve damarlarında hissettikleri insanlık onurunun, kültürün kalbi olduğunun bilinciyle ürettiler, yarattılar... Ezilmediler, ezmediler... Bu 30 yıllık dönemden -hatta ona 22 yıl da diyebiliriz- çok büyük bir kültür potansiyeli ortaya çıkardılar. Çağdaş ve modern oldular, dünyayı anında anlamaya ve aktarmaya çalıştılar.
İşte kafekitap ve benzerleri bu dönemin taşıdığı anlamların sonucu ortaya çıktı. Kafekitap, son 10 yılda kültürümüzün başına geçirilmeye çalışılan sıradanlığın nimetlerini hiç mi hiç umursamıyor ve ondan asla yararlanmıyor.




Kafekitap hakkında
Destek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder